****Kur'an Konuşuyor!..... -------------------------------------------------------------------------------- ....Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi. .......Yıkık, perişansınız. ............ Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz. çoğunluk size küsmüş gibi. Yalnızsınız. .....Herkes benden uzak, herkes bana kırgın .......düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz. ............Yalnızlığınızın karanlık mağarasına......... şu ayet bir güneş gibi doğuyor: "Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı" (Duha-3) .......Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, ..................kim terk ederse etsin............. .....Rabbim terk etmiyor, .................. kırılmıyor ya, ne gam! .. . ..............Bu ne büyük ferahlık değil mi? .. Başınızda ağır bir dert var.. .... Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor... ... ......Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi. ................işte o an ayet yetişiyor imdada: "Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! " (inşirah-5/6) ......................Garantiyi veren Allah!... .. ......Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği mutlaka ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor. Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor. Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş: ......."Derman aradım derdime, ..... derdim bana derman imiş" Maddi sıkıntınız hat safhada.... Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz. ... .......iflas ettiniz.. .....Sıfırı tükettiniz yani. Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde boğulurken..... .................. ayet size yeni bir ümit veriyor: "Eğer yoksulluktan korkarsanız, ALLAH dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.. şüphesiz ALLAH hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe-28 ) ...Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yatağa düştü. ...Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar. ...çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz. ....Gerçek ortada iken moral vermeye çalışmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size. ....Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz. Eyyub Nebi var Kur'an'da... Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş.... ........................................... ama sıhhate kavuşmuş. Onun hali size dayanak oluyor: "Kulumuz Eyyub' da, o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: Bak bana, meşekkat ve acı ile şeytan dokundu! Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun. (Sad-41/43) .....Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize. ...Bir tutamak arıyorsunuz. ............... Ayet el veriyor size: "Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara-216) Rabbimiz Allah, Rasülümüz Muhammed(s.a.v) , Kitabımız Kur'an, Yolumuz Sırat-ı Müstakim! .. ..........Bizden bahtiyarı yok dünyada! .............Her ne olursa olsun, ..............ne yaşanırsa yaşansın zafer ve .................................................. ......... başarı bizim. ............Bunu da kafadan söylemiyoruz, ...................Kur'an konuşuyor okuyandan Allah razı olsun ----------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- 1 — Küsmek ve darılmak: a) Küsme: Meşru bir sebeple ve terbiye maksadiyle olmaksızın bir müslümanın din kardeşine üç günden fazla küsmesi, selâmı sabahı kesmesi caiz değildir. «Bir müslümanın kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helâl olmaz. Üç günü doldurunca hemen ona gidip selâm vermelidir; o da selâmına karşılık verirse ikisi ecirde (sevapta) ortak olurlar, karşılık vermezse o günaha batmış, selâm veren dargınlıktan çıkmış olur.» (Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 47; Buhâri, K. el-Edeb, 57; Müslâm, K. el-Birr, 23.) Akraba arasında dargınlığın mesuliyeti daha büyüktür: «Hısımlık bağı arşa asılmıştır; şöyle der durur: Benimle ilişki kuranla Allah da ilgilensin, benimle ilişkisini kesenden Allah da alâkasını kessin!» (Müslim. K. el-Birr. 17; Ahmed, Müsned, 2/164.) İlginin karşılıklı olduğunu, karşı taraf ilgiyi kestiği için ona alâka göstermemek hakkı doğduğunu söylemek mümkün değildir; çünkü şöyle buyurulmuştur: «İlgi gösteren karşılık veren değil, sen ona ilgi göstermediğin halde akrabalık bağına riâyet edendir.» (Buhâri. K. el-Edeb. 15.) Eğer küsme ve dargınlık, karşı tarafın meşru olmayan bir fiil ve davranışından ileri geliyor ve onu yola getirmeyi hedef alıyorsa bu meşrudur. Nitekim Peygamberimiz ve ashabı, Tebûk seferine —mazeretleri bulunmadığı halde— katılmayan üç kişiye böyle yapmışlar, affedildikleri âyetle bildirinceye kadar elli gün onlara selâm vermemiş, yanlarında oturmamış ve konuşmamışlardır. Peygamberimiz böyle bir sebeple bazı hanımlarıyla kırk gün dargın kalmıştır. b) Arabuluculuk: Ferdler, kendi aralarındaki anlaşmazlık ve dargınlığı gidermek için bizzat gayret ve fedâkârlık etmeleri gerektiği gibi, her birinin din kardeşlerinden oluşan toplumun da görevi onları anlaştırmak ve barıştırmaktır. «Kardeşlerinizin arasını düzeltin» emri-ilâhisi bunu bildirmektedir. Aynı konuda Rasûl-i Ekrem (s.a)'in de teşvikleri vardır: «Size namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey göstereyim mi?» «Evet Ey Allah'ın Rasûlü» dediler. Devam buyurdu: «Arabulmak, barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması kökünden kazır; saçı kazır demiyorum, dini kazır.» (Tirmizi, K. el-Kıyâmeh, 56; Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 50.) İki grubun arasını bulmak için mâli angarya yüklenen kimsenin devlet hazinesine başvurma hakkına daha önce (kazanç bahsinde) temas edilmişti. 2 — Alay etmek, ayıplamak, ad takmak: Kardeşlik bağlarını gevşeten veya koparan sebepler içinde bu üç davranışın önemli ve yaygın bir yeri vardır. Ne maksatla olursa olsun bir kimseyle alay etmek, ayıbını yüzüne vurmak ve hoşlanmadığı bir ad takmak caiz değildir. «Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın; belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinize dil uzatmayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir» (el-Hucurât: 49/11) 3 — Kötü sanmak: Bir müslümana göre bütün din kardeşleri iyi insanlardır; bir kimsenin iyiliği değil, kötülüğü isbata muhtaçtır; aksi sabit olmadıkça karşısındaki hakkında iyi zan ve kanaat sahibi olmak esastır: «Ey imân edenler! Çok sanıda bulunmaktan sakının, zira sanının (zannın) bir kısmı suçtur. Birbirinizin kusurunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksinirsiniz; Allah'tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir. Acıyan'dır.» (el-Hucurât: 49/12) Rasûl-i Ekrem Efendimiz de «Sanmaktan sakının; çünkü sanı (zan) sözün en yalanıdır» buyuruyor. (Buhâri. K. el-Edeb. 57, 58.) 4 — Kusur araştırmak Güvensizliğin içteki etkisi «kötü sanmak», dıştaki etkisi ise, kötü zannı isbatlamak için, kişinin peşine düşüp onu göz hapsinde tutmak, kusurunu araştırmaktır (tecessüs). Yukarıda mealini verdiğimiz âyet bunu da yasaklamıştır. Eğer bir kimse kusurunu, günâhını gizliyorsa onu açığa vurmak, rezil etmek caiz değildir. Sahabeden Ukbe b. Âmir ile kâtibi Ebu'l-Heysem arasındaki şu konuşmada ibret alınacak noktalar vardır. Sözü Ebu'l-Heysem açıyor: — Bizim şarap içen bazı komşularımız var; onları yakalamaları için polis çağıracağım. — Yapma! Onlara öğüt ver, korkut. — Menettim, dinlemediler; onları yakalamaları için polis çağıracağım! — Yazık sana, yapma diyorum. Çünkü ben, Rasûlullah'ın şöyle dediğini işittim: «Kim bir ayıbı örterse sanki kabrine diri gömülmüş bir yavruyu kurtarmış olur!» (Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 38; Buhâri, K. el-Menâkıb. 24.) İnsanların gizli kusurlarını açıklamak, âleme duyurmak fayda yerine zarar getirip onlardaki utanma duygusunu yok eder, sosyal kontrolün etkisini azaltır ve islâhı güçleştirir. Aynı sebeple Peygamberimiz müslümanlara, izinsiz olarak evlerinin içine bakan kimsenin gözünü çıkarabileceklerini söylemiş (Buhârî. K. ed-Diyât, 15; Muslim ,K. el-Edeb. 43. 44; Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 127.) Kuran-ı Kerim, izin almadan bir kimsenin evine girmeyi menetmiştir. (en-Nûr: 24/27-28) 5 — Arkadan çekiştirmek (Gıybet): Mealini verdiğimiz âyet arkadan çekiştirmeyi yasaklamakla kalmıyor, gıybetin çirkinliğini, iğrençliğini gözler önüne sererek onu, «ölmüş kardeşin etini yemeye» benzetiyordu. Hz. Peygamber (s.a.) de bu nevi teşbihler yapmıştır. İbn Mes'ûd anlatıyor: Peygamber (s.a.) 'in meclisinde ,idik, birisi kalkıp gitmiş, bir başkası da arkasından onu çekiştirmişti, Peygamberimiz «Dişini ayıkla!» buyurdu. Adamın «Neden ayıklıyayım? Et yemedim ki!» demesi üzerine de «sen kardeşinin etini yedin» buyurdu. (Tabarâni.) Hz. Âişe Efendisine, eşi Safiyye'nin kısa boylu olduğundan bahsedince şöyle buyurdu: «öyle bir söz söyledin ki denize katsan onu kirletir!» (Tirmizi, K. el-Kıyameh, 51; Ebû, Davûd, K. el-Edeb, 35.) Efendimiz ashabına sordu: — Gıybet nedir biliyor musunuz? — Allah ve Rasûlü daha iyi bilir. — Din kardeşini, hoşuna gitmeyen bir şey ile anmandır (arkasından hoşlanmayacağı bir sözü söylemendir). — Söylediğim şey kardeşimde var ise buna ne dersiniz? — Söylediğin gerçekten onda varsa gıybet etmiş olursun, söylediğin onda yoksa iftira etmiş olursun.» (Müslim, K. el-Birr, 70; Ebû-Dâvûd, K. el-Edeb, 35; Tirmizi, el-Birr, 23.) Hadise göre bir kimsenin arkasından, duyduğu takdirde hoşlanmayacağı —dini veya dünya işlerine, bedenine, ahlâkına, soyuna ait— bir eksiklik veya kusurunu söylemek gıybettir ve haramdır. Eğer söylenen şey o kimsede yoksa iftira edilmiş olur ki, bu daha büyük bir günahtır ve haramdır. Arkadan çekiştiren haram işlediği gibi bunu dinleyen ve önlemeyen kimse de ona katılmış olmaktadır. Bu sorumluluktan kurtulmak için ya önlemek veya —buna gücü yetmiyorsa— dinlememek gerekir. «Gıyabında din kardeşinin namus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden âzâd edecektir.» (Ahmed, Müsned, 6/461.) Bir kimseyi ister yüzüne karşı, ister arkasından kınamak, ayıplamak, kusurlarını söylemek aradaki kardeşlik rabıtasını gevşetir, gönülleri karartır, fayda yerine zarar getirir. Bunun için de haram kılınmıştır. Ancak bazı durumlar, istisnai haller, doğru olmak ve iyi niyete dayanmak şartıyle bunu daha faydalı ve zaruri kılar; bu takdirde gıybete ruhsat verilmiştir: a) Şikâyet: Haksızlığa uğrayan kimse sırf kendisini tatmin, gazabını teskin için değil, hakkını almak veya suçluyu cezalandırmak için onun yaptıklarını söyleyerek şikâyet edebilir. b) İslâh teşebbüsü: Bir kimsenin, meşru olmayan bir fi'lini gören kimse bizzat onu düzeltmeye çalışır; eğer bir başkasının bu konuda daha başarılı olacağını umuyorsa ona da söyleyebilir. c) Fetva sormak: Bir hâdisenin dini hükmünü öğrenmek şahıslan zikretmeyi gerektiriyorsa gerektiği kadarı söylenebilir. d) Müslümanları korumak: Bir müslüman birisiyle evlenmek, ortak olmak, iş akdi yapmak... diler ve onun hakkında tanıyanlardan bilgi almak isterse —sırf soranı muhtemel zarardan korumak için— sorulanın kusurlu yönleri söylenebilir. Keza bir âlim veya mürşidin (böyle zannedilen birisinin) etrafında toplananlar saptırılmak, i'tikadları bozulmak gibi bir tehlikeye maruz iseler ikâz edilebilirler. İmam Gazzâli'nin deyişiyle bu ikazı yapanların kendilerini kontrol etmeleri gerekir; kendisini aleyhte konuşmaya, ikaz etmeye sevkeden duygu müslümanlara şefkat midir, yoksa hakkında konuştuğu kişiyi kıskanması, gözden düşürmek istemesi midir? (İhya, C. II. s. 146.) İkinci ihtimal vârid ise söylenen gıybete girer. Ayrıca isnad edilen vasıf bir zan ve kanâate değil, kesin delillere dayanacaktır; meselâ ehl-i sünnet iman ve anlayışının çerçevesi içinde meydana gelmiş görüş ayrılıklarında taraflardan biri diğeri hakkında «sapık, kâfir, fasık» gibi vasıfları kullanamaz. Bu ağır vasıflar, ancak üzerinde ittifak edilen dini esaslara aykırı inanç ve davranışlar için kullanılabilir. E) Fıskını, günahını gizlemeyen, açıkça yapan bir kimseyi o günah ile anmak da caiz görülmüştür. (Aynı eser, s. 148-150) F) Şahısların değil de topluluk ve grupların kusurlarını söylemek de gıybet sayılmamıştır. 6 — Söz taşımak: Kırıcı, üzücü, dargınlığa sebep veren sözleri birinden diğerine taşımak (nemime) haramdır. «Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği dâima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyin!» (el-Kalem: 68/10-14) mealindeki âyet kovuculuğu da kötü huylar arasında sayarak menetmiştir. «Kovucu cennete giremez» (Buhâri, K. el-Edeb. 50; Müslim. K. el-İman, 169-170.) hadisi de bunun ne büyük bir günah olduğunu göstermektedir. Birisi Ömer b. Abdulaziz'e gelerek, bir başkasının aleyhinde (onun hoşuna gitmeyecek) söz söylemişti. Halife şöyle dedi: istersen senin durumunu muameleye koyalım; bu takdirde söylediğin yalan ise «size bir fasık bir haber getirince onu araştırın...» âyetindeki fasıklardan olursun; söylediğin doğru ise «diliyle iğneleyen, kovuculuk eden» âyetinde anılanlardan biri olursun... Muameleye koymayalım dersen seni affederiz... Adam: «Beni affet müminlerin emiri! Bir daha asla yapmayacağım!» dedi ve ayrıldı. __________________ بسم الله الرحمن الرحيم Rahman ve rahim olan Allahın adıyla Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?
 

Bugün 26 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol